23 Mart 2015 Pazartesi

little little into the middle -2 (zihni sinir fikirler)



İlkokul ile başlayan ve tüm eğitim süresi boyunca devam eden eğitim sisteminde tek yönlü bir iletişim ya da etkileşim söz konusu.

Misal hoca tahtada birşey anlatır sizde o sırada sadece hocayı pasif olarak dinlersiniz. Bu eğitim şekli ortaokul, lise hatta ve hatta üniversitede bile bu şekilde verilmektedir.

Daha sonra ki dönemde de toplumun tamamının aynı fabrikadan çıkmasından olsa gerek yapılan sunumların tamamı bu şekilde tek yönlü bir kurguya sahiptir.

Dolayısıyla da bu gelenek böyle gelmiş böyle gider tadında süregelmektedir. Her nasıl olduysa memlekete interaktif oturum gibi kavramlar gelmiş olsa da bunu dahi tek yönlü bir sunum formatına çevirme konusunda oldukça mahir girişimler söz konusu. Halbuki bu başlık üzerinde dahi daha önce hiç denenmemiş, kimisi fütüristik gelebilecek çok sayıda alternatif yöntemin yaratılabileceği kaaatindeyim. Zihni sinir önerilerimden bazıları şunlar ;


*Yapılan kurslarda verimi en çok yükselten öğelerden birisi karşılıklı etkileşimdir. Dolayısıyla özellikle de patoloji kurslarında molalarda dağıtılmak üzere eğitici preperatlar dağıtılabilir. Sunumların bu preperatlar üzerinden ilerletilmesi halinde katılımcının aralarda preperatlara yoğunlaşıp sunumlar sırasında oluşan merak duygusu ile birlikte daha etkin ve verimli bir şekilde sunumları dinleyip daha fazla yararlanabileceği fikrindeyim. Şimdilik biz bu olaya Türkçe bir kavram olarak ne üretebiliriz bilmiyorum ama gavurlar bu olaya workshop diyorlarmış.


*Yine benzer şekilde kurslarda bahsi geçecek olan preperatların cihaz ile taranıp bilgisayar ortamına aktarılması toplantı öncesinde katılımcıların bu görüntüleri incelemesi halinde toplantı kalitesini yükseltilebilir.






*Sunum akışını standart tanımlar ve görüntüler üzerinden yapmak yerine, tüm salona seslenerek yapılacak olan jeopardy benzeri oyun formatında gerçekleştirilecek sunumlar katılımcıların merak ve heyecan dürtüsünü artıracağından katılımı ve verimliliği artırmada kullanılabilecek yöntemlerden olabilir. Özelikle jeopardy formatındaki oyunlar intenet üzerinden ücretsiz olarak hazırlanabiliyor ve televizyonda izlediğimiz yarışma programı formatı ile süreç oldukça keyifli hale dönüşebilir. (yakın zamanda bu jeopardy konseptine dair bir oyun paylaşımında da bulunacağım )




*Sunumlar sırasında (misal konu pankreas adenokarsinomu olsun) konuyu sadece fotoğraflarla anlatmak yerine, anlatılan başlığı kısa süreli 10 saniyelik videolar ile tanıtmak daha çok dikkat çekici olabilir

* Toplantıda bahsi geçecek fotoğrafları, toplantı öncesinde facebookta açılacak olan grupta  paylaşmak ve burada toplantı öncesi tartışma yürüterek dikkatleri bu konulara çekmek ilginç olabilir. Bu konuda bahsettiğim yöntemi farklı bir yönüyle de olsa kullanan hocalarımız bulunmakta. (Sülen Sarıoğlu ve Mehmet Gamsızkan gibi ) Bahsi geçen hocaların paylaşımlarını görenler fotoğrafların altında ne kadar çok tartışma döndüğünü ve ne kadar çok fikir alışverişinde bulunulduğunu rahatlıkla görebilirler.


 
*Yurtdışında çok fazla sayıda kurum özellikle webinar üzerinden yani internet üzerinden sunumlarını yapmakta. Özellikle bu yöntem ile herkes evinde pijama terlik halinde dahi olsa önemli konularda geniş katılımcı düzeyinde kurslar verebilir ya da önemli başlıklar daha deneyimsiz insanlara aktarılabilir.
*Sunumu yapacak olan kişi, sunumu canlı tutarak duruma göre yönlendirebilmek adına farklı bir yöntem de kullanabilir. Mesela sunucu toplantı sırasında gösterdiği fotoğraflarla ilgili soru sorabilir ve geniş kitlenin nasıl tepki verdiğini, ne düşündüğünü öğrenebilir. Bunu ise internette çok fazla örneği olan anket ya da soru sorma yöntemi ile gerçekleştirebilir.

Misal konu deri tümörleri olsun ve sunum akışı ilk önce fotoğraflarla sorulan şıklı bir soru ile başlasın. İlk slaytta fotoğraflar gösterilsin, ardından ise herkese telefonlarından girmek üzere verilen anket niteliğinde linkte ilgili soruya cevap vermesi istensin. Verilen yanıtlara göre sunum akışı konuya halihazırda hazır olan konuşmacı tarafından şekillendirilsin. Bu şekilde interaksiyon en üst düzeye çıkmış ve sunumu yapan kişinin kafasındaki kitle ile kitlenin gereksinimleri arasındaki uçurum kapatılmış olur. Ayrıca bu sayede kimse kimliği belli olmadan acaba yanlış söyler miyim diye korkmadan gerçek görüşlerini paylaşmış olur. Bu da kullanılabilcek anket sitesinden bir örnek http://strawpoll.me/





*Kurslarda pek bahsi geçmese de konu anlamında eğitim başlıkları olarak asistanlığın özellikle de son döneminde kıymeti anlaşılan SPSS, bölümde yapılacak olan sunumlar ya da kongre sunumları için çekilen fotoğrafları daha iyi düzenleyebilmek için Photoshop, asistanların laboratuardaki işleyişi daha iyi öğrenebilmeleri anlamında uygulamalı kesit nasıl yapılır, döküm nasıl yapılır, elde hematoksilen eozin, basit histokimya, immunohistokimya uygulamaları nasıl yapılır kursları düzenlenebilir.

Önerilerim, ne kadar uygulanabilir ya da kimler ciddiye alır bilmiyorum amma velakin bir gün ilk fırsatta deneyeceğim kesindir. İnsanların bu kadar yoğun akıllı telefon kullandığı, sosyal medyanın her dakika güncellendiği, tek yönlü iletişim aracı olarak tv’den internete doğru hızlı bir geçişin olduğu çağımızda değişen dünya ve insanların değişen talepleri doğrultusunda hala klasik yöntemleri kullanma konusunda direnilmesi bana oldukça anlamsız geliyor. Alternatif birşeyler yapma konusunda kimsenin bir girişimde bulunmuyor olması ise ayrıca ilginç.


Lakin görünen köy de kılavuz istemez.

Değişen dünyada mevcut bilgileri yeni sunumlar ve yöntemler ile aktaranlar elbette insanların zihinlerinde ve gönüllerinde hakettikleri yeri kolaylıkla alacaklardır.

little little into the middle -1

An itibari ile tez işleriydi, sınav hazırlıklarıydı derken yoğun bir dönemden geçiyor olmama karşılık 21-22 Şubat ve 21-22 Mart tarihlerinde Ankara'da gerçekleştirilen Patoloji Kış Okuluna ya da kısa adıyla PAKO' ya katıldım. 

Kurs sırasında ve sonrasında toplantı ile ilgili ve de Türkiye’deki genel toplantı kurgusuna dair kafamda kimi yeni fikirler oluştu. Toplantı vesilesiyle oluşan bu çağrışımları, kısa başlıklar halinde önce toplantının kritiği, ardından ise alternatif toplantı arayışlarına dair kafamdaki zihni-sinir projeleri paylaşmak istiyorum.

Toplantının kritiği

  • Toplantı yerine ulaşım : Bu seneki PAKO organizasyonu Ufuk Üniversitesinde gerçekleştirildi. İlk duyduğumda, ne yalan söyleyeyim toplantının Ufuk Üniversitesinde yapılmasını garipsemiştim ve aklımda kimi tereddütlerim vardı. Lakin bu teredütlerimin boşuna olduğunu sonrasında gördüm. İlk olarak toplantı yerine nasıl ulaşabileceğim konusunda araştırma yaparken toplantı yerinin AŞTİ (otogar) (ki havaalanından gelen otobüsler AŞTİ de yolcu indiriyor) ve otogarın hemen dibinde bulunan AnkaRay’a oldukça yakın mesafede olduğunu farkettim. Bu anlamda toplantı yerine ulaşımın çok sayıda alternatif barındırması, özellikle şehri iyi bilmeyen ya da şehir dışından gelenler açısından oldukça olumluydu.

  • Toplantı yeri : Toplantının gerçekleştiği salon, beklentimin oldukça üstünde olup, çoğu köklü üniversitede bile bulunmayan, oldukça büyük bir salonda gerçekleştirildi. Bundan önce 1. PAKO’ ya katıldığım için ancak bu toplantı ile kıyaslayabileceğim ancak neredeyse salondan taşacak kadar kalabalık olan 3 yıl öncesine göre oldukça geniş ve yeterli bir salonda toplantı yapıldı. Toplantı için bu kadar güzel ve geniş bir yerin tercih edilmesi özellikle katılımcılar açısından oldukça yerinde bir tercih olduğu kanaatindeyim.

  • Işık : Salonun ön, orta ve arka kısmındaki aydınlatmanın ayrı ayrı kontrol edilebiliyor olması  salonun en büyük avantajlarından biriydi. Zira kimi toplantılarda ekran net görülebilsin diye tamamıyla kapatılan ışıklar insanı non-rem uykusundan rem uykusuna kadar değişen bir spektrumda savrulmasına neden olabiliyor. Toplantı da kimi zaman uygulanmış olsa da önerim özellikle sunumlar sırasında, sunum yapılan kısımda ışıkların kapatılması diğer orta bölümdeki ışıkların açılarak salonun kısmi olarak aydınlatılması yönünde olacak.

  • Ses : Ses kalitesi açısından ne iç gıcıklayıcı bir ses, ne de sesin duyulmamasına dair sıkıntı yaşandı. Ses organizasyonu katıldığım ilk toplantılara kıyasla oldukça iyi ayarlanmıştı. Toplantıyı arkalardan takip etmeme karşılık sesi işitmeme gibi bir sorunla karşılaşmadım. Lakin kimi hocalarımızın mikrofonla olan mücadelesi ya da konuşma sırasında öne arkaya sallanmalardan dolayı zaman zaman konuşmacıların sesini duymakta zorlandığım da oldu. Fakat genel anlamıyla ses sistemi gayet toplantı için yeterliydi. Ayrıca molalarda açılan kafa dağıtacak enerjik şarkılar da cabasıydı  :)

  • Görüntü kalitesi : Katıldığım toplantılardaki en dikkat çekici sorunlardan birisi genellikle görüntü kalitesi ve çözünürlüğü olur. İstediğiniz kadar değerli, tecrübeli konuşmacı çağırın, istediğiniz kadar muhteşem bir sunum hazırlanmış olsun ve de istediğiniz kadar güzel bir salonda olun, hazırlanan sunumlar ekrana kötü ve düşük bir çözünürlükte yansıyorsa emin olun o toplantıdan alınan verim oldukça düşük oluyor. Dolayısıyla basit bir başlık gibi gözükmekle birlikte yüksek çözünülükteki görüntülerin perdeye yansıtılabilmesi oldukça önemli bir konu. En uzak koltuktan dahi toplantı boyunca sunumları oldukça rahatlıkla takip edebildim. Dolayısıyla salon bu anlamda da oldukça yeterli ve başarılıydı.

  • İnternet sitesi : Sırf bu kurs için güzel bir websitesi organize edilmesi bile düzenleme komisyonun bu işi ne kadar ciddiye aldığı ve de ne kadar özendiğini göstermesi açısından oldukça önemli bir ipucuydu. İnternetin, özellikle de sosyal medyanın bu kadar güçlendiği bir dönemde, insanların dikkatini çekmek ve tanıtım açısından websitesi kurma fikri oldukça doğru ve yerinde bir girişim olduğu kanaatindeyim. http://www.patolojikisokulu.com/index.php  

  • Kursa katılım : Toplantıya ilk katıldığım kurstakine benzer şekilde oldukça geniş bir katılım söz konusuydu. Aralarda ya da çeşitli vesileler ile tanıştığım insanlardan da aldığım geribildirim memleketin dört bir köşesinden, çeşitli üniversitelerden çok sayıda patologun toplantıya katılım gösterdiği yönünde. Bu kadar çok sayıda genç meslektaşlarım ile beraber olmak ve birşeyler öğreniyor olmak ayrıca keyif vericiydi.
                    
  • Yeme - içme : Genel anlamıyla kurstaki yemekler orta düzeydeydi, yeryer daha iyi yemeklerinde verilebileceğini düşünmüş olsamda sınırlı bir bütçe ile gerçekleştirilen büyük bir organizasyon için oldukça yeterliydi. Mola saatlerinde koyulan kurupasta çay-kahve ekolüne alternatif olarak biraz zindelik kazandırması amacıyla koyulduğunu düşündüğüm meyve koyma fikri oldukça hoşuma gitti. Hatta itiraf ediyorum çoğu meyveyi ben yedim  :)

  • Kursun kurgusu : Kurs, öncesinde de belirtildiği üzere içerik itibariyle patoloji asistanlarına hitap etmek üzere kurgulanmıştı ve bu hedefe oldukça uygundu. Bunu sağlayabilmek adına da genele hitap edebilecek güzel bir bilimsel program hazırlanmıştı.Türkiye’de asistanların çoğunun oldukça zor şartlarda çalıştığına, kimi materyalleri hiç görmediğine ve çeşitli sebeplerle eğitimleri konusunda büyük
    eksikleri olduğu gerçeği ile ilk defa Trabzon’daki kongre sırasında düzenlenen asistan toplantısında tanışmıştım.


     
Gerçek anlamda duyduklarım inanılmaz şeylerdi. Bu anlamda eşit şartlarda eğitim alamayan asistanların ya da farklı kurumların veremediği bu eğitimlerin Ankara Patoloji Derneği tarafından bu eksiklikleri gidermek adına biraz da sırtlanarak gerçekleştirildiğini hissetmiş olmanın ayrıca hoşuma gittiğini belirtmek isterim. Konular genel anlamıyla mümkün mertebe basitleştirilerek ya da olabildiğince genel hatlarıyla aktarıldı. Her konudan little little into the middle yaklaşımı sayesinde dinleyenler detaylarda kaybolmadan, genel çerçeveyi görebilecekleri, genel bilgileri edinme anlamında oldukça yararlı sunumlar ile karşılaşmış oldu.

Misal Meme patolojisine dair olan “ Meme patolojisinde bunu yap, şunu yapma “ başlıklı oturumunda yaklaşık 1,5 saat içerisinde genel anlamıyla tüm memeden bahsedildi. Tabiki de teknik olarak bu kadar geniş bir içeriği bu kadar kısa bir sürede anlatabilmek mümkün değil ancak meme patolojisini bir ülkeye benzetmek gerekirse, ülkenin üzerinden uçakla geçip o ülkeyi tarifleyebilmek, sınırlarını çizebilmek ve asistanlığın ancak ve ancak son döneminde hissedilebilen bütünü algılayabilme hissini alma anlamında oldukça güzel oturumlar gerçekleştirildi.

Sunumlar : Sunumlar ağırlıklı olarak iyi olmakla birlikte yine klasik sunum tekniğiyle anlatılan , monoton sunumlar da olmadı değil. Özellikle bahsi geçen bu klasik sununlar sırasında, kullanılan tekniklerin güncellenmesi gerektiğine dair kimi fikirlerim tekrardan alevlendi ( Bunlardan yazının ikinci kısmında bahsedeceğim ). Ancak toplantıda gerçek anlamda anlatma, öğretme kaygısı olanlar hem sahnede duruşları hem de sunumlarında kullandıkları kimi dikkat çekici, kimi  komik, kimi uyandırıcı öğelerle toplantının verimini oldukça yükselttiler.    

  • Süre : Bilimsel programla ilgili olarak ayrılan toplam sürenin yeterli olduğunu düşünmekle birlikte özellikle Mart ayında gerçekleştirilen programın fazladan sitolojiye ayrıldığı kanaatindeyim. Misal tükrük bezi sitolojisi kaç üniversitede yaygın bir şekilde karşılaşılıyor ve de ne kadar sıklıkta pratikte karşımıza çıkacak. Genele hitap etme sloganı gözönüne alındığında bu ve benzeri kimi başlıkların program içerisinde sırıttığını düşünüyorum.

Tüm toplantı oturumları gözönüne alındığında en çok Serpil Dizbay Sak ve Yersu Kapran hocaların sunumlarından keyif aldığımı ve dikkatim dağılmadan takip ettiğimi söyleyebilirim. Özellikle son gün son oturumda meme patolojisinin 1,5 saat tek oturum halinde olması her ne kadar handikap oluşturuyor olsa da Serpil Dizbay Sak ve Güldal Esendağlı hocaların karşılıklı konuşuyormuşçasına farklı bir sunum tekniği denemiş olmaları bir hayli güzeldi.

Yazının daha çok ilginizi çekeceğini düşündüğüm ikinci kısmı ise şu linkte ;

http://www.patolojininhali.com/2015/03/little-little-into-middle-2-zihni-sinir.html

17 Mart 2015 Salı

daha iyi olmaz mıydı?

Tıp fakültesindeki 6 yıllık eğitim sürecinde hocalarımızdan en çok duyduğum sözler
" önce anemnez ",  " anamnez tanının yarısıdır " ve anamnezin kutsallığı üzerine söylenmiş benzeri çarpıcı sözlerdi. Bu sözlerin doğruluğunu tartışacak değiliz tabiki amma velakin eğitim amacıyla söylenen bazı sözler kimi zaman o kadar çok tekrarlanıyor ki, bir süre sonra o sözü her duyduğunda insanın tüyleri diken diken oluyor.

TUS sınavını atlatıp tam klinikten, hasta muayene etmekten ve anamnezden kurtuldum derken Patoloji'de de benzer bir motto ile karşılaştım. Hangi toplantıya gitsem, hangi eğitime katılsam morfolojinin önemine dair kutsayıcı sözlerle illaki karşılaşıyorum. Ne yalan söyleyeyim o anlarda öğrencilikten kalma alışkanlıktan mıdır bilinmez ama tüylerim diken diken oluyor.

Anlaşılan o ki tıp eğitiminde ve Patoloji'de motto yapılası çok önemli başlıklar mevcut. Madem bu konuda bu kadar büyük bir ihtiyaç var bir katkıda ben sunmak isterim. Buyrun bunlar da benden ...

TV'de şöyle reklamlar çıksa ...
Ağrı Dağına Morfoloji yazsak ...
Sevdamızı göklere yazsak ...

Herşey daha iyi olmaz mıydı ???

15 Mart 2015 Pazar

modern zamanlar

Modern Zamanlar - Charlie Chaplin
Modern zamanlarda yaşayan insanların en büyük problemlerinden birisi yaşadıkları şeylerle, yaşamak istedikleri şeyler arasındaki uçurum.

Hayatın içinde, telaşenin koşturmacanın harala gürelesinde kimileri bu bahsettiğim duyguyu net olarak ifade etmese ya da edemese de çoğumuzun yaşadığı durum bu.

Bize sunulanlar ve yapmamız için verilen işlerin kurgusu ile olan ilişkimiz o kadar mekanik ve standart ki bu standardizasyonun içerisinde yaptığımız işe yabancılaşmamız an meselesi.

Dolayısıyla da bir süre sonra zamanında kalbimizi yerinden çıkartırcasına çarpmasına neden olan, istediğimiz ya da hayalini kurduğumuz şeylere yabancılaşmamız ise peşi sıra gerçekleşiyor. Tüm bu olup bitenleri fark etmek ve değiştirmek ise ya zaman alıyor ya da bir noktadan sonra umursanmıyor.

İşte bahsettiğim bu noktaya zaman zaman takılır, efkarlanır ya da kendimce bir çözüm bulmaya çalışırım.

Tam bu düşünceler içerisindeyken karşımıza şöyle bir video çıktı. Yazıya devam etmeden önce lütfen videoya bir göz atın.

                                   
Yukarıda derdi davasını anlatan ve buna kafa patlatan bir insanın kısa, öz ve sade anlatımı ile karşılaşacaksınız.

Kendini ne kadar güzel ifade etmiş öyle değil mi?

Şimdi bir dakika arkanıza yaslanın ve kendinizi düşünün ...

Yukarıda Çağrı Çankaya'nın kurduğu cümlelerdeki reklamcılık ile olan kısımların yerine kendi işinizi koyun. Konuşmayı tekrar dinlediğiniz de konuşmanın akışının hiç  bozulmadığını, aslında farklı sektörlerde olunsa dahi benzer sorunlarla içiçe yaşanıldığını görmek pek de güç değil ( sektöre bağlı kısmi özel açıklamalar getireceğiniz durumlar dışında ).

Zaman zaman yukarıdaki adamın anlattığı çelişkileri ve iç kargaşaları kafamda ben de su yüzüne çıkartıyorum.

Şu ana kadar bu sorunsal için ne yapmalı ne etmeliye dair özgün bir cevap oluşturamadım maalesef.

Gerçekleştirebilir miyim, şartlar beni ne yöne götürmeye çalışır ve ben ne yaparım bilemiyorum, ancak benzer bir çözüm yolunu denemek konusunda benzer hisdaşlıklarım var.

Belki ben de ülke ülke gezip patolog olarak bir yerlerde çalışıp birşeyler yapmalıyım.

Bu konudaki araştırmalarımı yaşadığım atakların sıklığına bağlı olarak devam ettiriyorum. Şu ana kadar ki araştırmalarımdan ilginç bilgilere de ulaştım.  "Sınır tanımayan Patologlar Organizasyonu"  veya " Patologi oltre frontiera " bunlardan bazıları ...

Bu gruplara dair öğrendiklerim ile ilgili uygun zamanda daha detaylı  birşeyler de karalayacağım. 

Lakin bu yazının esas amacı  konuya dair ilginç şeyler bilenlerden yeni birşeyler duyma isteği, biraz iç dökme ve biraz da benzer duygusu olanlarla dertleşme isteğidir.

Şimdilik bu kadar, kib :)

Merak edenler için Çağrı Çankaya'nın Ted konuşması da aşağıdaki linkte bulunmakta ...

https://www.youtube.com/watch?v=uQEKunx9O24

10 Mart 2015 Salı

hunili meme

Son dönemde, özellikle de sosyal medyada paylaşılan en dikkat çekici haberlerden biri tıp fakültelerinde kadavralara don giydirilmesine dair olandı. Haberin linki ; http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28401745.asp
http://www.odatv.com/n.php?n=kadavralara-don-giydiriyorlar-0803151200

Haber sosyal medyada çokça kişi tarafından paylaşıldığı, konuşuldu ve üzerine yüzlerce yorumda bulunuldu. 

İzninizde bu yazı ile bir katkıda da ben bulunmak isterim.

Lafı dolandırmadan açıkça fikrimi söylemem gerekirse, bu habere verilen tepkinin fazla ve abartılı olduğunu düşünüyorum. Nedenine gelecek olursam ...

Malumunuz hükümetimiz her köye bir üniversite sloganıyla çok sayıda üniversite kurdu. Dolayısıyla da bir o kadar tıp fakültesi "açmak zorunda kaldı". Bunun sonucu olarak da çoğu tıp fakültesinde altyapı, akademik kadro eksikleri gibi detaylandırılabilecek birçok eksiklik ortaya çıktı. Bu ve benzeri temel sorunları kısmi olarak çözüp Anatomi kürsüsüne sahip olabilme ayrıcalığına sahip olanların ise en büyük problemi kadavra üzerinden öğrendiklerini  pratik edemiyor olmalarıydı ( Hoş, çoğu anlı şanlı üniversite de dahi kadavra bulunmadığı için Anatomi dersleri teorik olarak öğretiliyor o da ayrı bir durum ).

Dolayısıyla da kadavrayı bulabilecek kadar şanslı olanların, saygılarını göstermek ve şükranlarını belirtmek için kadavraya don giydirmesi kadar naif ve normal bir durum olamayacağı  fikrindeyim.

Yapılan bu uygulamadaki iyi niyeti göremeyenlerin de ne yalan söyleyeyim art niyetli olduklarını düşünüyorum.

Bu gelişme ile kadavra salonlarında başlayan bu uygulamanın tüm hastanelerde farklı alanlarda uygulanması eli kulağındadır. Dolayısıyla bu "bilimsel derinliğe" dair bir katkı da ben sunmak isterim.

Malumunuz makroskopi salonlarına ayıptır söylemesi "mastektomi materyalleri" gönderiliyor. Özellikle biz erkek asistanlar, karşı cinse ait bu materyaller karşısında ne yapacağımızı şaşırıyor ve bir hayli zorlanıyoruz.

Erkek asistanların yaşadıkları bu dramı önlemek, daha "yeni", daha güzel, daha bilimsel bir makroskopi salonu oluşturmak adına şahane bir önerim var.

Misal bir mastektomi materyali geldiğinde,  hemen "bayan" teknisyen çağırılsın ve "bayan" teknisyen tarafından memenin üzerine yeşil bir huni geçirilsin. Evet yanlış okumadınız sterilizasyonu sağlamak için yeşil bir huni kullanılsın.

Ardından "bayan" teknisyen ile gözgöze gelmeden salona hızlıca girilip materyalle çalışılmaya başlansın. Zaman içerisinde göreceksiniz ki yapılacak bu küçük fakat çığır açıcı uygulama sayesinde asistanların hiç tahrik olmadan memeyi örneklemesi mümkün olabilecek.

 Buyrun bu da uygulamalı fotoğrafı ...


Önerimin Patoloji Dernekleri Federasyonu Meme Çalışma grubu tarafından ivedelikle değerlendirilmesini talep ediyorum.

Saygılarımla ...
Özçekim

7 Mart 2015 Cumartesi

yollardaki patolojik paternler




Dipnot: Katkılarından dolayı Karşıyaka Belediyesine teşekkürlerimi sunar, yapılan bu uygulamaların diğer belediyelere de örnek olmasını dilerim :)

4 Mart 2015 Çarşamba

çizgi roman ile patoloji arasındaki ilişki


Little Orphan Annie, Amerikan çizgi romancı H. Gray tarafından yaratılmış olan ve ilk defa 1924 yılında günlük olarak yayınlanmaya başlayan çizgi roman dizisinin adıdır.

Little Orphan Annie, ismini 1885 yılında Amerikalı şair Riley'in Little Orphan Annie şiirinden almaktadır. (Yetim Annie karakteri )

Orphan Annie karakterinin Patoloji ile nasıl bir bağlantısı olduğuna gelecek olursak ...



Geniş bir okuyucu kitlesine ulaşan bu dizide en dikkat çekici özelliklerden birisi çizimlerdeki ana karakterlerin gözlerinin iri, beyaz renkte olmasıdır.

Bu çizimlerdeki  karakterlerin gözleri, Tiroidin Papiller karsinomunda izlenebilen iri nükleer boyutlu, içi boş ya da berrak görünümde olan hücreleri andırdığından, tümörde izlenen bu özellikler "Orphan Annie eye nuclei" olarak adlandırılmaktadır
...


* Bu yazının hazırlanmasında Nadir Paksoy'un yaptığı bir sunumdan faydalanılmıştır.

** Buarada dipnot, bu paylaşımla beraber toplam 50. içerik paylaşımımızı da yapmış olduğumu farkettim .

 Bu da benden olsun :)