3 Aralık 2015 Perşembe
7 Kasım 2015 Cumartesi
1 Kasım 2015 Pazar
patolojik hediye
![]() |
Kaynak: https://www.etsy.com/listing/232926473/microscope-necklace-with-initial-gift?ref=listing-shop-header-0 |
25 Ekim 2015 Pazar
doğuya daha doğuya / ismini vermek istemeyen bir koala ...
Doğu ...
Batıdakilerin bilmediği diyarlar, uzak, korkutucu ve daha
birçok şey...
Evet sizlere güneydoğunun bağrından sesleniyorum. Kim derdi
bir gün uzmanlığımı aldıktan sonra buralara atanacağımı. Açıkça bundan bir
10-12 yıl önce böyle bir soru aklımın ucuna gelmeden fakülteye girdim. Bugün
güneydoğunun en cafcaflı şehrindeyim (ismini söylemiyorum gerek görmüyorum
anlaşılacağını umuyorum).
Buraya gelmek hakikaten çok zor oldu. Başta ailem karşı
çıktı, olur mu! hayır gidemezsin dediler. Dedim ki gitmeliyim. Bir sonraki
kurada bunun aynısı olur ya da olabilir ve netekim oluyor da! “Onca zaman
doktor olarak diploması ve uzmanlık belgesi olmadan yanınızda vasıfsız bir insan
bir bitki gibi nasıl yaşarım, gideceğim!”
dedim. Geldiğim vakitler buraları sakindi. Daha o seçim dönemi sonrası atmosfer
yaşanmıyordu buralarda. Hatta dedim ki insanlar gözünde abartıyor buraları Anadolu’nun
herhangi bir şehri gibi burası. Lakin ağustos ayında değişti buralar.
Gün olmuyor ki silah sesleri akşam ya da gündüz işitilmesin.
Yerimi yurdumu belirlemek için temmuz ayında gelmiştim, baya güzeldi o
zamanlar, hatta gece 12’ye kadar dışardaydım. Sonra ağustos ayında geldim
görevime ve yerleşeceğim yere. En azından uçak vardı ve ulaşım onunla o kadar
kolaylaşıyordu ki, iyi ki vardı. Eve geldim, dediler ki yolda sorun var mıydı?
Yoktu dedim. Dediler ki bir gün önce olaylar oldu yolları kesiyorlar. Neyse ki
ben böyle bir şeyle karşılaşmamıştım. Lakin erken oh çektim. Akşam biraz alışveriş yaptıktan saat akşam
yedi civarları evime geldikten sonra silahlar ve gaz fişeklerinin sesleri
gelmeye başladı. Gece geç saatlere kadar
sürdü. Sonradan öğrendim ki o gece mesleğinde yeni bir polis öldürülmüş.
Pazartesi iş yerindeki ilk günümdü ve acil tarafına ateş açıldı. Herkes
hastane sığınağına koşuşturdu. Dediler ki hocam sana hoş geldin dediler. Evet
bayağı alaycı olsa da bu söylenen aslında asıl korkuyu kamufle etmek için
söyleniyordu. Sonra mı? alıştım her akşam haftada en az bir iki kez büyük bir
ses peşi sıra otomatik silah sesleri ve gaz tabancası sesleri duymaya başladım.
Sabahları her şey normal ritmine dönüyordu. Sanki burası sabah ana yola çıkan
ve çöpten beslenen herkesin çarpmamak için itina ettiği inekler nedeniyle
Hindistan’a; akşamları da bu silah sesleri nedeniyle Teksas’a ya da pek alışık
olmadığımız savaş bölgelerine benziyordu.
Zaman zaman ortam geriliyor, zaman zaman hiçbir şey yok gibi oluyordu.
Birkaç kez olaylar yüzünden hastanede mahsur kaldık, bu bahsettiğim kısa
sürelerdi. Ama hiçbir zaman işimi düzgün
yapmaktan itina etmedim. Hastanede kaldığım geceler çalışmaya devam ettim,
vakalarımı raporlarımı yazdım; çünkü bölgeye bir tek ben bakıyordum, yoğundum , sekreter mi o da nedir? Hastane ile evim arası yürünecek kadar kısa
bir mesafe olmasına rağmen taksiyle gidip geliyordum.
Sokağa çıkma yasakları oldu, onlarda kongrelerdeydim. Şanslı
mıydım bilmiyorum; ama yaşayan halk çok rahatsızdı, buralarda kalan hekim
arkadaşlarım oldu. Onların söyledikleri ve yaşadıkları büyük travmalar
içeriyordu. Bölgedeki sağlık çalışanları direk olmasa da indirek şiddet
emareleri ve silahlı çatışmalar arasında kalma gibi şeyler yaşamaktaydı.
Sonuç itibariyle dışarı çıkmayı, arkadaşlarıyla bir şeyler
paylaşmayı seven sosyal bir insandım şimdi tam tersiyim, buradan evime
gittiğimde de buradaki gibi yaşıyorum. Alışkanlıklarım değişti, araba kullanmayı
önceden öylesine yapılan bir iş gibi görürdüm. Şimdi özgürlük sayıyorum, eve döndüğümde
aracıma binip şöyle bir tur atıyorum yaşadığımı anlamak için. Biraz karamsar
olsa da yazdıklarım çalıştığım iş ortamını ve evimi seviyorum. Kendime
çalışabileceğim güzel bir iş ortamı ve yaşayabileceğim güzel bir ev ortamı
yaratmaya çalışıyorum.
Şimdilik izlenimlerim bu şekilde. Umarım seçim sonrası eski
güzel Anadolu şehrine dönüşür buralar; Ülkemizin bu hale gelişinden, bizlerin
birilerinin hırs ve çıkarlarından zarar görmemizi ve bu halkın daha iyi
yönetebileceğine olan inancımın gün ve gün halkın bilinçsizliğiyle azalıyor,
oluşunu düşünmezsek, umudumu kaybetmemeye çalışıyorum. Buralar bayrağın
olmadığı ve yarıya inmediği diyarlar.
Koala bildiriyor diyelim :)
19 Ekim 2015 Pazartesi
5 Ekim 2015 Pazartesi
nöroendokrin türkiye
Etiketler:
asker,
nöroendokrin,
salvador dali,
soyut
29 Eylül 2015 Salı
doğu hizmeti ...
65. Dönem Devlet Hizmeti Yükümlülüğü Kurasına katılacak tabip isim listesinin açıklanmasının ardından, hekimlerin heyecanı bir başka boyuta taşındı. Geçen saatler ile haberin ilk şokunu atlatan hekimlerde gözler, yakın zamanda açıklanması muhtemel münhal kadrolara çevrilmiş durumda.
Kurada Sidney, Delhi, Shangay, Tokyo (city center), Duşanbe, Bangkok, Vanuatu, Kuala Lumpur gibi yerlerin açılmasına kesin gözüyle bakılıyor. Hekimlerin bir kısmı bahsi geçen Tokyo ve Sidney gibi yerlerin açılabilmesi için Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’na söylenmek üzere “Doğuyaaa, doğuya daha doğuyaaa “ diye şarkı hazırlıklarına şimdiden başladılar. Bu heyecan dolu süreçte hekimlerimizin nabzını tutmaya devam edeceğiz lütfen bizden ayrılmayın efem ...
14 Temmuz 2015 Salı
5 Temmuz 2015 Pazar
çay iyidir ...
Yoğun bir şekilde ders çalışmanın gerektiği dönemlerde beynin bir kaçış yöntemi midir bilinmez ama zihin açılır. Akla olduk olmadık milyonlarca fikir, milyorlarca yapılası güzel plan ve sorgulanası onlarca soru gelir.
Ancak en sonunda varılan nokta değişmez.

Bir çay koyarsın ve çalışmaya devam edersin :)
Ancak en sonunda varılan nokta değişmez.

Bir çay koyarsın ve çalışmaya devam edersin :)
27 Haziran 2015 Cumartesi
22 Haziran 2015 Pazartesi
21 Haziran 2015 Pazar
28 Mayıs 2015 Perşembe
patoloji nedir?
Halkımıza "Patoloji nedir?" diye sorduk.
Bakalım ne cevaplar aldık ...
Dipnot: Bu ilk video deneyimimiz olması nedeniyle teknik eksiklikleri maruz görün :)
Koala prodüksiyon çekimlerine tüm hızıyla devam edecek :) Bizi takip edin ...
Bakalım ne cevaplar aldık ...
Dipnot: Bu ilk video deneyimimiz olması nedeniyle teknik eksiklikleri maruz görün :)
Koala prodüksiyon çekimlerine tüm hızıyla devam edecek :) Bizi takip edin ...
23 Mayıs 2015 Cumartesi
BERLİN’DE VİRCHOW’UN İZİNDE: Patoloji ve Tıp Tarihi Müzesi / Nadir Paksoy
Berlin’e geçenlerde ilk kez gittim. Berlin denince her birimizde farklı unsurlar ön plana çıkar: İkinci dünya savaşı, savaş sahneleri, Duvar, John le Carre’nin romanlarında soğuk savaş dönemi “Checkpoint charlie” kapısındaki casus değişimleri, doğudan batıya kaçış öyküleri ki bir kısmı hüzünle sonlanmıştır, Kreuzberg Türk mahallesi ve daha niceleri…
Benim için durum farklıydı ve Berlin bu blogun takipçileri dışında belki çok az kişinin bildiği ve çok az kişinin ilgisini çekecek bir özelliğiyle önemliydi. Berlin’e vardığım ertesi gününü bu mekana ayırdım:
Uzmanlık dalımızı patolojinin kurucusu Virchow’un çalıştığı hastane ve bugün hala hem korunan hem de işlevini sürdüren patoloji ensititüsü. Virchow’un çalıştığı hastanenin adı Berlin Charite Hastanesi. Bugün Berlin Tıp Fakültesi’ne bağlı eğitim hastanelerinin en eskisi olarak hala önemini koruyor. Berlin Tıp fakültesini başka eğitim hastaneleri de var ama Charite en eskisi. Adından da anlaşılacağı gibi bizdeki "vakıf guraba" gibi “yoksullara hayrına bakan” hastane olarak 1700’lerin başında veba salgına karşı yoksulları tedavi merkezi olarak kurulmuş.1810’da Berlin Üniversitesi ( Bugün Humbolt Üniversitesi olarak anılır) kurulunca Tıp Fakültesi /Üniversite Eğitim Hastanesine dönüştürülmüş.
Virchow’un çalıştığı bina 2. Dünya Savaşında müttefik bombalarından zarar görse de sonradan restore edilerek korunmuş. Bina bugün Virchow Berlin Tıp Tarihi Müzesi olarak işlev görüyor. Müzenin bitişiği fakültenin patoloji ensititüsü.Alman sisteminde patoloji ve benzeri dallar enstitütü şeklinde yapılanmıştır. Kliniklerin içinde değil yanında/yakınında bağımsız bir mekanda “küçük bir prenslik” biçiminde işlev görür. Öğrenci laboratuarları, pratik salonları derslikleri ve hatta yemekhaneleri ile patolojinin niteliğine uygun özerk bir şekilde hizmet verir.
Hastaneye giden yolda Virchow anıtı |
Charite Hastanesi Virchow’la gurur duyuyor.
Hastanenin dışında, hastaneye giden yolun kavşağında Virchow’un büstünün yer aldığı görkemli bir anıt var. Ana kapıdan girince hastanenin tarihi dokusunun korunduğu kiremit rengi tuğlalardan yapılmış farklı bölümlerin binaları başlıyor. Ana giriş kapısından Patoloji Enstitüsü’ne kadar uzanan ağaçlı yolun adı "Virchow Yolu".
Hastane içindeki ana cadde: Virchow Yolu |
Patoloji Bölümünün (Virchow’un çalıştığı ve bugün müze olan bina, şu anda aktif çalışan patoloji bölümü binasına komşu) girişinde kaidesi üzerinde iki büst yer alıyor. Biri Langerhans diğeri Virchow.
Şimdi burada Virchow’a kısa bir ara verelim ve kendi adıyla anılan pancreas ve epidermisteki dentritik hücrelerden dolayı hepimizin ismini bildiği Langerhans’a kısa ama ilginç yaşam öyküsüne değinelim.
Langerhans'ın büstü |
Virchow'un büstü |
1974 yılıydı. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi 4. Sınıf öğrencisydim (1970-76). Farmakoloji hocamız Prof Alaaddin Akçasu bir gün dersine yabancı bir profesörü konuk konuşmacı olarak getirdi. Aklımda kaldığı kadarıyla konuğun Kanadalı olduğu olduğu ve insulini bulan kişilerden biri olduğunu söyledi ve dersini konuk profesöre verdi, Prof Akçasu konuğun anlattıklarını bize çevirdi. Sanırım bu konuk Dr Best idi. Bu yazıyı hazırlarken Wikipedia’dan araştırdım. Banting genç yaşta vefat etmiş, Best’in vefat tarihi 1978.
Şimdi tekrar Langerhans’a geri dönelim. O yıllardaki monoküler mikroskoplara baktıkça ve patoloji kesit tekniklerini (basit mikrotomlar ve boya yöntemleri) düşündükçe, bu kişilere saygı ve hayranlık duymaktan kendimi alamıyorum. Doğrusu bugünün patoloji imkanlarında bile “adacık hücrelerini” tanımakta zorluk çekebileceğimi düşünüyorum. Bu kişiler tıp fakültesi mezuniyet tezi için o günün patoloji koşullarında bu hücreleri tanımlamışlar. Aynı hayranlığım zamanın tüm patologları için de geçerli kuşkusuz … Langerhans mezun olduktan sonra Alman coğrafyacı-haritacı Kiepert ile birlikte Anadolu, Suriye ve Filistin’i kapsayan uzun bir geziye çıkar. Almanya’ya dönüşte Freiburg’da patolojide çalışmaya başlar. Otopsilerden tüberküloza yakalanır, patolojiyi bırakır, iklimi nedeniyle Portekiz’in Atlas Okyanusundaki Madeira Adasının Funchal kentine yerleşir, orada evlenir. Araştırma dürtüsü adada da kendisini bırakmaz; deniz solucanlarının yaşam döngüsü üzerine çalışır, 41 yaşında Funchal’da ölür ve oraya gömülür.
Langerhans'ın daha öğrenciyken “adacık hücrelerini ve epidermisteki dentritik hücreleri tanımlaması, bana patoloji tarihinden başka bir öyküyü anımsattı. Virchow ile bağlantısı yok ama o yıllarda bilimle uğraşanların daha hekim hatta uzman bile olmadan bazı hücre ve lezyonları tanımlaması takdir edilecek çalışmalar. Hodgkin’de Reed-Sternberg hücreleri birbirine yakın tarihlerde Avusturyalı hekim 1898’de Carl Sternberg, 1902’de Amerikalı kadın hekim Dorothy Reed tarafından tanımlanır. İşin ilginç yönü hem Reed hem de Sternberg bu tarihlerde henüz patoloji asistanıdırlar. Reed ABD Baltimore’daki John Hopkins patoloji bölümünde asistandır. İhtisası bitince tanımladığı buluşuna da güvenerek hocasına bölümde akademik kariyere kalmak istediğini söyler. Hocası William Welch aynı zamanda fakülte dekanıdır, yanıtı şu olur: “Bu kurumda bugüne kadar hiçbir kadın kariyere kalmadı, sana ne oluyor?” Hiç beklemediği yanıt karşısında çok şaşıran ve üzülen Reed o anda patolojiyi bırakır ve halk sağlığı-çocuk hastalıklarına yönelir …
Şimdi tekrar günümüze dönelim ve Virchow ‘un izini sürmeye devam edelim. Evet, Patoloji Enstitüsü’nin girişinde Enstitünün yetiştirdiği en ünlü iki patolog olarak Langerhans ve Virchow’un büstleri yer alıyordu. Enstitüye çıkan kısa mervidenlerin ilk basamağının önünde yeredeki beton taşlara metal bir plaket vidalanmış.
Patoloji binası girişindeki metal plaket |
Plakette Virchow’un “ her şey hücreden başlar” anlamındaki ünlü aforizması “ Omnis cellula a cellula RudolfVirchow 1821-1902” yazıyordu. Enstitü çalışanlarının her sabah bu aforizmayı hatırlayarak işe başlıyor olmaları bana ilginç geldi.
Patoloji Enstitünün yanındaki kırmızı tuğla bina Virchow’un çalıştığı patoloji bölümü. Daha önce de değindiğim gibi bina , 2.Dünya Savaşı müttefik bombardımanında hasar görmüş ; hastane savaş sonrasında Doğu Berlin bölgesinde kalınca bu bölüm o dönemde kapalı kalmış. 1998’de restore edilmiş ve müze olarak halka açılmış.
Virchow'un çalıştığı bugün müze olan bina |
Virchow’un makroskopik piyes koleksiyonun sayısı 10 bin civarındaymış. Önemli bir kısmı 2. Dünya Savaşı müttefik bombardımanında yok olmuş. Müzede özellikli olan birkaç yüz kadarının sergilendiği belirtiliyor; ancak depoda çok sayıda “patolojik hazine” korunuyormuş.
Müzede patoloji makroskobi salonunun soğukluğu yok. Nesneler, resimler, tablolar profesyonel ve çağdaş müzecilik anlayışıyla sergilendiği için müze halkın da ilgisini çekiyor (yıllık ziyaretçi sayısı 90.000'miş). Zaten müzenin resmi adı “Berlin Tıp Tarihi Müzesi” (www.bmm-charite.de). Ancak patoloji piyeslerinden olumsuz etkilenebileceği endişesiyle 16 yaş altındaki ziyaretçiler bir ebevyenleri eşliğinde müzeyi gezebiliyor; sanırım ilkokul çocuklarını hiç almıyorlar. Müzede sadece patoloji piyesleri yok. Charite Hastanesi’nin tarihi, Alman tıp tarihi, hastanede görev yapan diğer ünlü hekimlerin buluşları ve tıbbı nesnelere de yer verilmiş. Bunlar içinde benim en çok ilgimi çeken nesneler, üstünde Virchow’un özgün hücre ve malign hücre çizimlerinin yer aldığı devasa çalışma masası ve mikroskobu oldu.
Müzede benim en çok etkilendiğim alan ise Virchow’un derslerini verdiği amfiydi. Amfi bombardımanı hatırlatacak biçimde restore edilerek korunmuş. Bir sitopatolog olarak “her şey hücreden başlar” konferansının verildiği salonun loş bir köşesinde dakikalarca oturdum, ortamın büyülü havasını belleğime taşıdım. Hatta müzede fotoğraf çekimine izin verilmemesine rağmen yakalanma riskini göze alıp flaşsız birkaç fotoğraf çektim. Neyse ki sorun çıkmadı! Salon,bugün seminer konferans gibi patoloji ve tıp etkinliklerine açık şekilde düzenlenmiş.
![]() |
Virchow amfide ders verirken |
Aynı amfinin bugünkü hali |
Virchow’un Türkiye ile de dolaylı ilintisi var. Virchow sadece patoloji değil, antropoloji, paleontoloji ve arkeoloji ile de ilgileniyordu. Truva kazılarını yapan ve hazineyi Türkiye’den dışarı kaçıran Alman arkeolog Schliemann ile de tanışıyordu. Schliemann’ın hazineyi bulup kaçırdığı 1873’ten sonra yeniden izin alıp başladığı ikinci kazıya, Virchow “kazı kamp hekimi” olarak katılır. Burada kaldığı süre içinde sıtma konusunda ve kazılarda çıkan iskeletler üzerinde çalışmalar yapar.
![]() |
Virchow'un patoloji kitabı |
Müzede Charite Hastanesinin tarihine de yer verilmiş. Hastaneden yetişen/görev yapan ünlü doktorlar arasında iki isim dikkatimi çekti. Biri patolog Johannes Müller (1801-1858), diğeri cerrah Rudolph Niessen (1896-1981). Müller, tümörlü dokularda kazıma yöntemiyle tümör hücrelerini tanımlayan ilk kişi. Dolayısıyla Papanicalou’dan önce sitolojinin öncülerinden biri olarak kabul edilir. Müller, memedeki sistosarkoma filloides'i ilk tanımlayan patologtur. 'Filloides' eski Yunancada 'yaprak' anlamına gelir. Gerek öğrencilikte gerek asistanlık sırasında biz de sistosarkoma olarak öğrendik. Bilindiği gibi sonradan 'filloides tümör' adı daha uygun bulundu.
Müze katologunda “scape sitoloji” için kullandığı yaptığı preperatlar ve saklandığı kutunun ve ilk preperatların resmi yer alıyordu ama müzede göremedim. 1800'lerden kalan preperatların günümüze kadar korunması herhalde ancak Batı'nın bilim tarihine verdiği önem, değer ve özenle gerçekleşebilir.
![]() |
Müller'in sitoloji kazıma preperatları ve kutusu |
![]() |
Virchow'un mikroskopu |
Berlin Duvarı müzenin hemen önünden geçiyormuş. Müze binasından Batı Berlin görüldüğünden duvara bakan camlar beyaza boyalıymış. Duvarın dibinden Berlin’in içinden akan Spree nehri akıyor. Nehrin iki kıyısı vadi gibi dik taş duvarlar örülü. Suyun bir yakası Doğu öbür yakası Batı Berlin’miş. Müzenin önündeki duvardan bir yolunu bulup suya atlayan genç Doğu Almanya genci, suyu geçip betondan yukarı çıkamamış ve orada Doğu Alman muhafızlarınca vurulmuş. Şimdi vurulduğu yerde adına bir anıt var. Duvarı geçmeye çalışırken vurulanların anısına yapılan anıtlara Berlin muhtelif yerlerinde rastlanabiliyor.
İnsanlık ve tarih…
Bir zamanlar hayatını tehlikeye atıyorsun, kaybedebiliyorsun. Ardından gelen nesiller duvarın nereden geçtiğinin farkında bile olmaksızın hayatın akışında Berlin’i yaşıyor.Ve tarih böyle akıp gidiyor. Yolunuz Berlin’e düşerse müzeyi programınıza almanızı öneririm.
Prof. Dr. Nadir Paksoy, Kocaeli Üniversitesi
nadirpaksoy@gmail.com
18 Mayıs 2015 Pazartesi
macera dolu Amerika - volume 1
Amerika’ya hoşgeldiniz!
İhtiyacınız olan her şey, tam orada ufukta görünüyor; ama uzanabilirseniz. Özgürlükler bir adım ötede: ama prosedürleri tamamlayabilirseniz.

Seçimler ve hayatımız hep 2 basamaklı işlemlere kalmış gibi. Aynı karşıdan karşıya geçmek istediğinizde sizi durduran 'turuncu el’ ve süre dolunca geçmenize izin veren ‘walk’ simgeleri gibi …
Ben Erdem, aynı sizin gibi patoloji asistanlığımı mevcut kurumumda güllük gülistanlık (!!) sürdürürken: kafamda dolaşan binbir tilkiden en az birkaçı beni rutin hayatımdan ve çalışma düzenimden kopup 'güvenli bölge’mden ayrılmaya ve hiç bilmediğim topraklara gitmeye, hiç bilmediğim suları içmeye, 2 aylığına da olsa hiç bilmediğim bir hastanede gözlemci olarak çalışmaya ikna etti. Yazışmalar, belirsizlikler, nasıl gidileceğine dair soru işaretleri, maddi kaygılar, kalacak yer, uçak biletleri ve şeytanın bile bilmediği ayrıntılar tabii ki bu maceranın tuzu biberi ve vazgeçilmeziydi.
İlk gün:
Amsterdam aktarmalı Boston uçuşu. Hem Amsterdam’da hem Boston’da sonu gelmeyen ve birbirini tekrarlayan sorular:
Ve biraz daha sert sorular:
-Cebinde kac para var? Suriye sınırına yakın mı oturuyorsun? Neden burdasın?
…
İşte şimdi burdayım, Boston’da. Dünyanın 2. en eski metrosu, jet lag, yeni daire, geçici Çinli ev arkadaşı ve ardından Turkiye’den gelen kalıcı ev arkadaşı ve eskimeyen dost. Normalizasyon. Her şey aynı, hayat devam ediyor. Sokaklarda sürekli koşan ve adımlarını sayan insanlar, yeşil mi yeşil parklar, Charles nehri ve Çinliler. Evet yanlış duymadınız her yaştan Çinli bu şehri işgal etmişe benziyor.
Bir haftasonunun ardından hemen hastanedeyim. Longwood Medical Area tamamen hastaneler, kanser enstituleri ve araştırma merkezlerinden oluşan çok büyük bir kapsül. Şehrin aortu. Benim hastanem ise Brigham and Women’s Hospital: Fiziksel ve fonksiyonel olarak komşusu olduğu Dana Farber Cancer Institute ve Boston Children Hospital ile birlikte şehrin ve ülkenin en önemli birkaç hastanesinden olma özelliğine sahip. Koordinator tarafindan gereğinden fazla ayrıntıyla tarif edilmiş adresi bulup arkadaşımla birlikte soluğu Patoloji’de alıyoruz.
Hocaların odaları, Perinatal Patoloji, Renal Patoloji, Hematopatoloji bölümleri hemen göze çarpanlar.
Hematopatoloji benim icin son durak. Aktörlerimiz ’senior pathologist’ler, fellowlar ve farklı kıdemlerden asistanlar. Asistanlar fellow’ların yardımıyla hazır hale getirdiği vakaları o haftanın sorumlu patologuyla çıkmaya hazır hale getiriyor. Konuşmalarımız sırasında özellikle ilk sene asistanlarının her hafta bölüm değiştirdiğini öğreniyoruz. Dezavantajı olan kısa süreyi aynı zamanda avantajı olarak görüyorlar: "Sevmediğin bölümü hemen değiştiriyorsun!” Fellowlara gelecek olursak … Evet yanılmadınız, neredeyse tamamı Çinli ve hepsinin bir Amerikan önismi var. Hepsinin ortak amacı, bir yolunu bulup burada, Amerika’da kalmak ve bir sonraki fellowship programını veya mevcut program sonrası çalışacağı kliniği ayarlamak: Rekabet büyük, bir fellow diğerinden bahsederken şakayla karışık ve Game Of Thrones göndermeli olarak “John knows nothing” diye bahsediyor :)
Vaka bakılırken ilk dikkatimi çeken şey hastalık adı koymaya çalışmaktan ziyade o hastalığının sisler ardında saklanan -ama bir o kadar da yakınında durduğumuz- naturunu ortaya koymaya çalışmalarıydı. Hem de bütün yönleriyle: Klinik, histopatoloji ve sitogenetik bu terazinin üçlü sacayağıydı, asla ayrılmayan. Bütüncül yaklaşım, programlı çalışma, üst düzey kalifiye doktorlara sahip takım ve tabii ki hastanenin kaynaklari işlerin hiç şaşmayan saat titizliğinde ilerlermesinin garantisi aslında. Her sabah 8’de ve her öğlen saat 1’de konferans salonunda düzenlenen seminerlere katılım genelde yüksek. Kahvaltı ve öğle yemeği vererek katılımcı sayısını hep bir eşik değerin üzerinde tutmak ise akılcı!
Burada kahve-cay molası ve hatta bazen yemek molası yok, millet. Ne teknisyenler ne de doktorlar o sularda yüzmüyor. Umut Sarıkaya’nın deyişiyle herkes ‘işinde gücünde’
Şimdilik benden bu kadar,
Yeni maceralarda buluşmak üzere,
Erdem
İhtiyacınız olan her şey, tam orada ufukta görünüyor; ama uzanabilirseniz. Özgürlükler bir adım ötede: ama prosedürleri tamamlayabilirseniz.

Seçimler ve hayatımız hep 2 basamaklı işlemlere kalmış gibi. Aynı karşıdan karşıya geçmek istediğinizde sizi durduran 'turuncu el’ ve süre dolunca geçmenize izin veren ‘walk’ simgeleri gibi …
Her şey tam anlamıyla kontrol altında!
Ben Erdem, aynı sizin gibi patoloji asistanlığımı mevcut kurumumda güllük gülistanlık (!!) sürdürürken: kafamda dolaşan binbir tilkiden en az birkaçı beni rutin hayatımdan ve çalışma düzenimden kopup 'güvenli bölge’mden ayrılmaya ve hiç bilmediğim topraklara gitmeye, hiç bilmediğim suları içmeye, 2 aylığına da olsa hiç bilmediğim bir hastanede gözlemci olarak çalışmaya ikna etti. Yazışmalar, belirsizlikler, nasıl gidileceğine dair soru işaretleri, maddi kaygılar, kalacak yer, uçak biletleri ve şeytanın bile bilmediği ayrıntılar tabii ki bu maceranın tuzu biberi ve vazgeçilmeziydi.
İlk gün:
Amsterdam aktarmalı Boston uçuşu. Hem Amsterdam’da hem Boston’da sonu gelmeyen ve birbirini tekrarlayan sorular:
-Neden Amerika’ya gidiyorsunuz? Çalışacağınız hastanenin adı nedir? İlişkiyi nasıl sağladınız? Hangi alanda uzmanlık yapmaktasınız? Neden vizeyi 2 ay önceden aldınız? Nerede kalacaksınız? Bu Amerika’ya ilk uçuşunuz mu?
Ve biraz daha sert sorular:
-Cebinde kac para var? Suriye sınırına yakın mı oturuyorsun? Neden burdasın?
…
İşte şimdi burdayım, Boston’da. Dünyanın 2. en eski metrosu, jet lag, yeni daire, geçici Çinli ev arkadaşı ve ardından Turkiye’den gelen kalıcı ev arkadaşı ve eskimeyen dost. Normalizasyon. Her şey aynı, hayat devam ediyor. Sokaklarda sürekli koşan ve adımlarını sayan insanlar, yeşil mi yeşil parklar, Charles nehri ve Çinliler. Evet yanlış duymadınız her yaştan Çinli bu şehri işgal etmişe benziyor.
![]() |
Harvard Medical School Kampüsü. Brigham and Women'sın hemen arka tarafı |
Bu bölüm büyük, normalden çok büyük. Uzun koridorlar boyunca sağıma soluma bakarak ilerliyorum. Patoloji Asistan Odasi: Sadece kartla girilebiliyor ve her asistan için ayrı masalar ve bir yaşama alanı var. Hey, sadece patoloji asistanlarının işlerinden sorumlu bir sekreterleri var! Her yanımda 'Sign Out Room’lar var raporların imzaya hazır hale getirildiği. ’14-head microscope’ odası dikkatimi çekiyor.
![]() |
Harvard Medical School |

Hocalarla iletişim kurmak tahminlerden kolay ve bir giriş kısmı gerektirmiyor; ama tabii ki daha havalı veya daha cana yakın olanları mevcut her yerde olduğu gibi.
Vaka bakılırken ilk dikkatimi çeken şey hastalık adı koymaya çalışmaktan ziyade o hastalığının sisler ardında saklanan -ama bir o kadar da yakınında durduğumuz- naturunu ortaya koymaya çalışmalarıydı. Hem de bütün yönleriyle: Klinik, histopatoloji ve sitogenetik bu terazinin üçlü sacayağıydı, asla ayrılmayan. Bütüncül yaklaşım, programlı çalışma, üst düzey kalifiye doktorlara sahip takım ve tabii ki hastanenin kaynaklari işlerin hiç şaşmayan saat titizliğinde ilerlermesinin garantisi aslında. Her sabah 8’de ve her öğlen saat 1’de konferans salonunda düzenlenen seminerlere katılım genelde yüksek. Kahvaltı ve öğle yemeği vererek katılımcı sayısını hep bir eşik değerin üzerinde tutmak ise akılcı!
Gelelim seminerlerin içeriğine … İlginç olguların derlenip her yönüyle ele alınması, asistanların vakaları yorumlamaya teşvik edilmesi ve ayrıca Dana Farber ve Children Hospital’dan katılımcıların sunumları … En vurucu nokta: Genetik. Her zaman patoloğun rutin pratiğini etkileyen sularda yüzmemesine rağmen miRNA’lar, backsplicingler ve her hastalığın genetik dizaynını içeren çalışmalar ve sunumlar almış başını gidiyor! Treni nereden yakalamak isterseniz..!
Burada kahve-cay molası ve hatta bazen yemek molası yok, millet. Ne teknisyenler ne de doktorlar o sularda yüzmüyor. Umut Sarıkaya’nın deyişiyle herkes ‘işinde gücünde’
Şimdilik benden bu kadar,
Yeni maceralarda buluşmak üzere,
Erdem
22 Nisan 2015 Çarşamba
kulaktan kulağa ...

Amerika'da 62 yaşındaki bir hastanın idrar yapma problemleri nedeniyle doktora başvurması nedeniyle ilginç bir durum ortaya çıkmış.
Yapılan tetkikler sonucunda hastanın karın boşluğunda yaklaşık 220 gram ağırlığında dış yüzden kalsifiye görünümde olan bir cisim saptanmış. Cismin zamanında peritondan kopan yağ dokunun kalsifiye olması ve büyümesi ile ilgili olduğu düşünülmüş.
Ardından ise hasta ameliyat ediliyor ve sonrasında da bu cisim boyutu ve özellikleri nedeniyle New England Journal of Medicine'da yayın yapılıyor.
Oldukça ilginç bir olay olmakla birlikte herşey buraya kadar oldukça olağan kabul edilebilir. Asıl olay ise bundan sonra başlıyor.
Yapılan yayının Türkiye'ye kadar kulaktan kulağa iletilmesinden olsa gerek durum ile ilgili gazetede o flash başlık atılıyor. Buyrun bu da fotoğrafı ...
Haberle ilgili linkler ;
http://fox6now.com/2015/04/05/happy-easter-doctors-remove-3-3-inch-egg-shaped-mass-from-mans-abdomen/
http://www.yeniakit.com.tr/haber/karnindan-haslanmis-yumurta-cikti-61425.html
16 Nisan 2015 Perşembe
nükleer santraller ve patolojisi
.jpg)
Nükleer santral konusunda kimisi refleksif olmakla birlikte (bu konuda yoğun bir bilgi eksikliğim ve insanların bilgi eksikliği olduğu kanısındayım) çok sayıda eleştirim ya da kafama takılan soru var. Bunun yanısıra nükleer enerji taraftarlarının öne sürdüğü, cevaplanması gereken kimi sorular ...
Nükleer santral yapılmalı mı? yapılmamalı mı? ülkemizin buna ihtiyacı var mı? konusunu burada açmaktan ziyade dikkatimi çeken bir detayı paylaşmak istiyorum.
Bizler Patolog olarak en basit tarifiyle, hastaların dokularına kanser var ya da yok diyen insanlar olarak, yapılacak nükleer santraller nedeniyle artması muhtemel/ ihtimal dahilinde olan kanser vakaları için tanılarımızı aynı şekilde vermeye devam edecek miyiz? Yani biz sadece işimizi yapmakla mükellef insanlar mıyız? Bu preperatta papiller tümör var deyip geçecek miyiz yoksa kanser insidansını artırması muhtemel bir kaynağın engellenmesi için birşey yapacak mıyız ya da yapmalı mıyız?
Hayatın içinde olan biten durumlara karşı nesne konumunu mu alacağız? Yoksa mesleğimizin bizi yönlendirdiği, salık verdiği şekilde öncelikle hastalıklara neden olacak olumsuz şartları ortadan kaldırmak için çaba sarfedecek miyiz?
Nükleer santraller konusu evvelden bu yana dikkatimi çeken bir konu fakat geçen günlerde bu konunun aslında patoloji ile patologlar ile doğrudan ilişkili olduğunu ve özellikle de patologları, onkologları (çemberi biraz daha genişletmek gerekirse doktorların tamamını) ilgilendiren önemli bir mesele olduğunu farkettim. Bu konuda doktorlar olarak ya da patologlar olarak tarafımızı ya da duruşumuzu, bireysel tavır almaktan ziyade topluca gösterebilmemiz gerektiği kanısındayım.
Bu konuya dair yapılası aklımda bazı fikirler, projeler var ama öncelikle şu tezimi tez vakitte bitirmeliyim.
Herşey yolunda giderse proje detaylarını da yine bu site üzerinden tekrar paylaşacağım ...
Şimdilik bu kadar :)
Etiketler:
haber,
kanser,
nükleer santral,
patoloji,
tümör
10 Nisan 2015 Cuma
6 Nisan 2015 Pazartesi
mısırlılar ve kanser
Bu haftasonu, henüz bir hafta önce vizyona giren "Cancer Emperor of All Maladies" belgeselini izlemeye başladım. İzlemeye başladım dememin sebebi ise belgeselin 3 bölümden oluşması ve her bir bölümün yaklaşık 2 saat sürüyor olması. Belgeselin henüz yarısına gelmiş olmakla birlikte bir hayli keyif aldığımı belirtmek isterim.
Belgeselin konusu; geçmiş zamandan bu yana kanserin tanımı, tarifi, tedavinin olmadığı dönemde kansere bakış açısı, bu süreçte denenen tedavi yöntemleri, kansere yönelik ilk kemoterapi denemeleri ... gibi gibi kanser ile ilgili çok ilginç başlıkları olan geniş çaplı bir belgesel.
Bu konuda uzun uzun birşeyler yazmak isterdim lakin zaman sıkıntım nedeniyle şimdilik fırsat buldukça dikkatimi çeken anektodları paylaşacağım.
Tarihte ilk kanser tanımı:
Belgeselin konusu; geçmiş zamandan bu yana kanserin tanımı, tarifi, tedavinin olmadığı dönemde kansere bakış açısı, bu süreçte denenen tedavi yöntemleri, kansere yönelik ilk kemoterapi denemeleri ... gibi gibi kanser ile ilgili çok ilginç başlıkları olan geniş çaplı bir belgesel.
Bu konuda uzun uzun birşeyler yazmak isterdim lakin zaman sıkıntım nedeniyle şimdilik fırsat buldukça dikkatimi çeken anektodları paylaşacağım.
Tarihte ilk kanser tanımı:
Tarihte en eski kanser tanımı (kanser kelimesi tanımlayıcı kelime olarak kullanılmamış olmakla birlikte) MÖ 3000’lü yıllarda Mısır’da yapılmıştır. Bahsi geçen metin Edwin Smith Papirüs’ü olarak anılmakta olup travma cerrahisi konusunda yazılmış olan eski Mısır kitaplarında bahsedilmektedir. Bu kitapta, 8 tümörlü vakanın ya da ülsere görünülü memenin "fire drill" diye tariflenen aletle koterize edildiğinden bahsedilmiştir.
Bu metinlerde hastalığın tedavisinin olmadığı yazmaktadır.
İsteyen olursa filmi indirmek için gerekli linki paylaşabilirim ...
Faydalanılan kaynak : http://www.cancer.org/acs/groups/cid/documents/webcontent/002048-pdf.pdf
Belgeseli tanıtan link : http://www.pbs.org/kenburns/cancer-emperor-of-all-maladies/home/
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)