23 Ocak 2015 Cuma

tıbbın kalecileri - Nadir Paksoy


1- Patologlar tıbbın kalecileridir

Dikkat buyurun: Kalecinin kaderidir. Kalecinin (patologun) başarısı skor değildir; başarısızlığı skordur. Forvetin (klinik daldaki hekimler) başarısızlığı skor değil başarısı skordur. Dolaysıyla kaleciler (patologlar) yedikleri gollerle (kaçırdıkları tanılarla) hatırlanır; forvet yüzde yüzlük fırsatları kaçırır kimse hatırlamaz, bir gol atar kahraman olur. Kaleci 100 gole izin vermez, bir gol yer ; "takımı yatırdı" olur. Ama futbolda tıpta takım oyunu vardır ve mutlaka kaleciye (patologa) ihtiyaç olacaktır. Kalecinin (patologun) önemi yokluğunda belli olur. Oyuncu değiştirme hakkı olan takımın kaleci si(patolog) kırmızı karttan oyun dışı kalırsa kale boş bırakılmayacağı için forvet/orta sahadan bir oyuncu saha kenarına alınıp kaleye yedek kaleci geçer. Kaleci (patolog) takımın/hastanenin güvenidir. İşte Cech (Chelsea), Castellias (Real Madrid), Buffon (Juventus), Neuer (Bayern Munich) gibi kaleciler.

Kalecinin futboldaki önem ve değerini kulüp yöneticileri ve teknik direktörler çok iyi bilir de tıbbın kalecisi olan patologların önem ve değeri hastane (üniversite, kamu ve özel fark etmiyor) ve bakanlık yöneticilerinin de anlaması beklenir, umulur ve dilenir ancak gerçek ile dilek bu konuda pek örtüşmez.
Örnekler: Önem: Bir kamu hastanesine patolog tayin olur.Alet edavat ve mekan yoktur. Başhekim bodrumda bir yer bulur. Patolog “cihaz gerekir” , der. Başhekimlik, "bizim patologa ihtiyacımız yoktu ki seni neden gönderdiler, bize şöyle anjio vb yapan bir kardiyolog gerekirdi ki hastanemiz sükse yapsın, onu bekliyoruz. Ödeneğimizi o bölüm e ayırdık patolog için kullanamayız!”. Masal böyle devam eder.zaten çoğu kamu hastanesi patoloğu iş açısından meşgul ve mutlu edecek cerrahi ve girişimsel medikal dallardan yoksundur. Böyle yerlerde patoloji gerçekten anlamsızdır. Atanmaması gerekir. Mecburi hizmet için olgu sayısı bol, patolog sayısı az bölge eğitim hastaneleri, yeni açılan tıp fakülteleri dururken olmadık bir ile tek patolog yollamanın mantığı nedir? Özellikle mecburi hizmette daha çiçeği burnunda bir patoloji uzmanını, patolojinin hiç gerekli olmadığı yerlere atayarak genç uzmanı meslekten soğutmanın, mesleğini baştan köreltmenin anlamı nedir?

2- Performans

Performansın kendisi hekimlik barışını bozan adaletsiz bir sistemdir. İş patolojide daha da vahimdir. Patologun hevesini kıran bir konudur. Hastanelerde ne hikmetse performanstan/ tıp fakültelerinde döner sermayeden en az pay patologa verilir. Niye? Patolog iş yapmaz mı? Preperatı mikroskobun altına koyunca yazar kasa gibi tanı otomatik mi çıkar? Patologa boş oturuyor gözüyle bakan yöneticilerin patolojiyle bir işi olduğunda kendi hastanesi bir kenara bırakır, en ünlüleri birer birer dolaşır, fikir alır.

3- Patologların kendileri

Patoloji yapısı gereği tek mekan ve yakın fiziki temas içinde çalışmayı gerektirir. Özellikle üniversitelerde patoloji bölümlerinde iç huzur her zaman mümkün değildir. Cerrahide hocaların , asistanların ,biri ameliyathanede, biri poliklinikte, diğeri küçük müdahale odasında, bir diğeri serviste derken, çoğu kez insanlar birbirini görmez ve olumsuz etkileşim içine girmezler ya da elektriklerini buralarda toprağa vererek deşarj olurlar.

Patolojide durum böyle değildir. Herkes elektriğini üstünde taşır, yakın temas içinde aynı dar mekanda çalışıldığından “ hatlar birbirine değer sigortalar atar”! Bu durum eğitim ve hizmet için tehlike yaratır ama patolojinin gerçeği budur.

PARAFİN PERDELER arkasına saklanmış, dünyayı lam-lamelden ibaret sanan anlamsız çıkar, ünvan, kadro, yayın tartışmalarının patoloji eğitimine ve genç kuşaklara hiçbir faydası yoktur. Tarih göstermiştir ki patoloji bilimi bencilliği affetmez. Verici, paylaşımcı olmalıdır patoloji öğretim üyeleri.


4- Asla ve asla ayırımcı değilim ama son zamanlarda patolojinin hanım ağırlıklı bir yapıya bürünmesini patoloji biliminin eğitim, hizmet ve kliniklerle dayanışma-iletişim açısından sağlıklı bulmuyorum.

Maalesef  "gece nöbeti yok", bir eve bir klinisyen yeter, bey kadın-doğumcu/cerrah olsun, hanım sen de uzmansız kalma patolojiyi yaz" mantığının ve erkek hekimlerin 'skor'un başarı sayıldığı dalların peşinde koşmalarının sonucudur. Çok öykündüğümüz ABD ve Avrupa'da patolojide öğretim üyeleri arasında kadın oranı %30'larda giderken bizde %70-80-90; hatta tamamının kadın olduğu eğitim hastaneleri (ünv/kamu) vardır.


TARİH VE SON

Türkiye'de patolojinin kurucusu Hamdi Suat Aknar'dır. Osmanlının son zamanlarında Gülhane'nin Alman hocası tarafında Almanya'ya ihtisasa yollanır. Dönüşte bir konuda ters düştüğü için Yemen'e pratisyen hekim olarak sürgün edilir. Sürgünden dönünce o zamanki İstanbul Üniversitesinde (Darülfünunda) profesör olur. Bu kez 1933 reformunda 'tek tabanca' olmak isteyen Alman profesörlerin de dolaylı etkisi olsa gerek 'gerici/yetersiz' gibi gerekçelerle Darülfünun'dan çıkartılır. Atatürk bunu öğrenir. Hamdi Suat'ın üniversiteye dönmesini ister, fakat Hamdi Suat, İstanbul Üniversitesine dönmeyi kabul etmez. Vakıf Gureba hastanesinde çalışır. Patoloji işte böyle çileli başlar ve böyle de devam etmektedir. Ancak patoloji'de bugün vardığımız nokta bu çilelerin boşa gitmediğidir. ( Hamdi Suat hakkında daha ayrıntılı görsel bilgi/sunum Patoloji Dernekleri Federasyonu sayfasında yer almaktadır).

Not: Bu yazı ilk olarak 6.3.2012 tarihinde Medimagazin’de yayınlanmıştır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder