18 Mayıs 2015 Pazartesi

macera dolu Amerika - volume 1

Amerika’ya hoşgeldiniz!

İhtiyacınız olan her şey, tam orada ufukta görünüyor; ama uzanabilirseniz. Özgürlükler bir adım ötede: ama prosedürleri tamamlayabilirseniz.

Seçimler ve hayatımız hep 2 basamaklı işlemlere kalmış gibi. Aynı karşıdan karşıya geçmek istediğinizde sizi durduran 'turuncu el’ ve süre dolunca geçmenize izin veren ‘walk’ simgeleri gibi …

Her şey tam anlamıyla kontrol altında!

Ben Erdem, aynı sizin gibi patoloji asistanlığımı mevcut kurumumda güllük gülistanlık (!!) sürdürürken: kafamda dolaşan binbir tilkiden en az birkaçı beni rutin hayatımdan ve çalışma düzenimden kopup 'güvenli bölge’mden ayrılmaya ve hiç bilmediğim topraklara gitmeye, hiç bilmediğim suları içmeye, 2 aylığına da olsa hiç bilmediğim bir hastanede gözlemci olarak çalışmaya ikna etti. Yazışmalar, belirsizlikler, nasıl gidileceğine dair soru işaretleri, maddi kaygılar, kalacak yer, uçak biletleri ve şeytanın bile bilmediği ayrıntılar tabii ki bu maceranın tuzu biberi ve vazgeçilmeziydi. 

İlk gün: 

Amsterdam aktarmalı Boston uçuşu. Hem Amsterdam’da hem Boston’da sonu gelmeyen ve birbirini tekrarlayan sorular:
-Neden Amerika’ya gidiyorsunuz? Çalışacağınız hastanenin adı nedir? İlişkiyi nasıl sağladınız? Hangi alanda uzmanlık yapmaktasınız? Neden vizeyi 2 ay önceden aldınız? Nerede kalacaksınız? Bu Amerika’ya ilk uçuşunuz mu?

 
Ve biraz daha sert sorular:
-Cebinde kac para var? Suriye sınırına yakın mı oturuyorsun? Neden burdasın?

İşte şimdi burdayım, Boston’da. Dünyanın 2. en eski metrosu, jet lag, yeni daire, geçici Çinli ev arkadaşı ve ardından Turkiye’den gelen kalıcı ev arkadaşı ve eskimeyen dost. Normalizasyon. Her şey aynı, hayat devam ediyor. Sokaklarda sürekli koşan ve adımlarını sayan insanlar, yeşil mi yeşil parklar, Charles nehri ve Çinliler. Evet yanlış duymadınız her yaştan Çinli bu şehri işgal etmişe benziyor.

Harvard Medical School Kampüsü.
 Brigham and Women'sın
hemen arka tarafı
Bir haftasonunun ardından hemen hastanedeyim. Longwood Medical Area tamamen hastaneler, kanser enstituleri ve araştırma merkezlerinden oluşan çok büyük bir kapsül. Şehrin aortu. Benim hastanem ise Brigham and Women’s Hospital: Fiziksel ve fonksiyonel olarak komşusu olduğu Dana Farber Cancer Institute ve Boston Children Hospital ile birlikte şehrin ve ülkenin en önemli birkaç hastanesinden olma özelliğine sahip. Koordinator tarafindan gereğinden fazla ayrıntıyla tarif edilmiş adresi bulup arkadaşımla birlikte soluğu Patoloji’de alıyoruz.

Bu bölüm büyük, normalden çok büyük. Uzun koridorlar boyunca sağıma soluma bakarak ilerliyorum. Patoloji Asistan Odasi: Sadece kartla girilebiliyor ve her asistan için ayrı masalar ve bir yaşama alanı var. Hey, sadece patoloji asistanlarının işlerinden sorumlu bir sekreterleri var! Her yanımda 'Sign Out Room’lar var raporların imzaya hazır hale getirildiği. ’14-head microscope’ odası dikkatimi çekiyor.



Harvard Medical School

Hocaların odaları, Perinatal Patoloji, Renal Patoloji, Hematopatoloji bölümleri hemen göze çarpanlar.
Hematopatoloji benim icin son durak. Aktörlerimiz ’senior pathologist’ler, fellowlar ve farklı kıdemlerden asistanlar. Asistanlar fellow’ların yardımıyla hazır hale getirdiği vakaları o haftanın sorumlu patologuyla çıkmaya hazır hale getiriyor. Konuşmalarımız sırasında özellikle ilk sene asistanlarının her hafta bölüm değiştirdiğini öğreniyoruz. Dezavantajı olan kısa süreyi aynı zamanda avantajı olarak görüyorlar: "Sevmediğin bölümü hemen değiştiriyorsun!” Fellowlara gelecek olursak … Evet yanılmadınız, neredeyse tamamı Çinli ve hepsinin bir Amerikan önismi var. Hepsinin ortak amacı, bir yolunu bulup burada, Amerika’da kalmak ve bir sonraki fellowship programını veya mevcut program sonrası çalışacağı kliniği ayarlamak: Rekabet büyük, bir fellow diğerinden bahsederken şakayla karışık ve Game Of Thrones göndermeli olarak “John knows nothing” diye bahsediyor :)

Hocalarla iletişim kurmak tahminlerden kolay ve bir giriş kısmı gerektirmiyor; ama tabii ki daha havalı veya daha cana yakın olanları mevcut her yerde olduğu gibi. 


Vaka bakılırken ilk dikkatimi çeken şey hastalık adı koymaya çalışmaktan ziyade o hastalığının sisler ardında saklanan -ama bir o kadar da yakınında durduğumuz- naturunu ortaya koymaya çalışmalarıydı. Hem de bütün yönleriyle: Klinik, histopatoloji ve sitogenetik bu terazinin üçlü sacayağıydı, asla ayrılmayan. Bütüncül yaklaşım, programlı çalışma, üst düzey kalifiye doktorlara sahip takım ve tabii ki hastanenin kaynaklari işlerin hiç şaşmayan saat titizliğinde ilerlermesinin garantisi aslında. Her sabah 8’de ve her öğlen saat 1’de konferans salonunda düzenlenen seminerlere katılım genelde yüksek. Kahvaltı ve öğle yemeği vererek katılımcı sayısını hep bir eşik değerin üzerinde tutmak ise akılcı! 

Gelelim seminerlerin içeriğine … İlginç olguların derlenip her yönüyle ele alınması, asistanların vakaları yorumlamaya teşvik edilmesi ve ayrıca Dana Farber ve Children Hospital’dan katılımcıların sunumları … En vurucu nokta: Genetik. Her zaman patoloğun rutin pratiğini etkileyen sularda yüzmemesine rağmen miRNA’lar, backsplicingler ve her hastalığın genetik dizaynını içeren çalışmalar ve sunumlar almış başını gidiyor! Treni nereden yakalamak isterseniz..!

Burada kahve-cay molası ve hatta bazen yemek molası yok, millet. Ne teknisyenler ne de doktorlar o sularda yüzmüyor. Umut Sarıkaya’nın deyişiyle herkes ‘işinde gücünde’

Şimdilik benden bu kadar, 

Yeni maceralarda buluşmak üzere,

Erdem

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder